6 Ağustos 2012 Pazartesi

Yeni Günler Aynı Acılar

Tarihe dikkat. yöneticilerimizin aymazlığı devam ederken yeni bir yazı yerine önce bu satırları yeniden paylşamk ihtiyacı hisessetim.

31 ARALIK 2009 PERŞEMBE

Bazı evlerde yıl hep eski kalacak.

Bu gece Noel Baba doğduğu topraklarda biraz daha fazla zaman geçirmeye karar verip turlarken önceki senelere göre daha az bacadan duman tüttüğünü görür. Hem merakından hem de koca poposunu sıcak ocak ateşlerinden korumak için o evlerin bacalrına yönelir öncelikle. Kızağıyla damların üzerinde şöyle bir turlayıp dumansız bir bacadan süzülür. Bacadan odaya kafasını uzattığında karanlıktan bir üey seçemez Ne bir yılbaşı süsü, ne yanan bir lamba ne bir mum. Sadece zifiri karanlık. Biraz gözleri karanlığ alışınca yaşlı bir kadının kucağında bir fotğrafla uyakaldığını fark eder. Düşüp kırılmasın diye çerçeveyi yavaşça yaşlı kadının elinden alırken gözü fotoğraftaki genç askere ilişir. Pırıl pırıl umut dolu ışıltılı gözler oana bakmaktadır. Önümde uzun yıllar var. Neler bekliyor beni hayatta seveceğim sevileceğim, anama torunlar verip evimi neşelendiriceğim der gibi.. Tam çerçeveyi sehpaya bırakırken bir yazıyı fark eder. Tokat-Reşadiye-2009
İçini anlamlandıramadığı bir sıkıntı basan Noel Baba hılza çıkar o evden başka bir eve hatta başka bir kente kadar atar kendini. Yine tütmeyen bir bacadan girer içeri.Ama aynı karanlık burada da vardır.İçerde büyük bir yatak yatakta günlük kıyafeleti ile sızıp kalmış yalnız bir adam, her yerde boş içki şişeleri. Ve şişelerin arasında daha küçük şişeler.Küçük şişleri eline aldığında çeşit çeşit grip ilacı olduğunu görür.İçindeki sıkıntı daha da artmaya başlamıştır. Deniz kenarında bi yerlere gitmeli diyerek sürer kızğını demiz kenarı bir memekete.Denizin etksiyle nemi artan havdan mı başka bir sebebten mi bu kente yaklaştığında da bir ürperti kaplar tüm vücudunu...Küçük tek katlı bir evin bacsaından dalar. Evin içi daha da soğuktur. Tanmayan ocağın yanında kömür çuvalını görünce anlamda vermez bu soğukluğa. Odadaki yaşlı çifte yaklaştığında hayreti daha da artar. Yaşlı çift bağarlarına koca birer kömür parçasını dayamış öyle uyuya kalmışlar. Tam masanın kenarında bir not görür. Dün ilk kömürümü çıkardım madenden.
Hızla çıkar Noel Baba odadan şehirden ülkeden. Ve gökyüyünden tüm ülkelere şöyle bir daha bakar. Doğduğu toprakların dışındaki ülkeler geceye inat ışıl ışılken, kendi ülkesi karanlıklar içindedir. BKendi kendine sorar. Bu kadar sönmüş ocak varken nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa

24 Temmuz 2012 Salı



Afife Jale’ye teşekkür borcu…
Bugün 24 temmuz. Pek çok olayın yıldönümü. Mesela basında sansürün kaldırılmasının yıl dönümü, mesela Lozan Antlaşmasının yıldönümü.
Biz tüm bunları ve başka  başka konuları saatlerce konuşacağız. Elbette hepsi kendi içinde çok değerli , önemli ve konuşulası. Ama ben isterdim ki bir “kahraman” kadın da unutulmasın bugün. Her ortam da her fırsatta anılsın.
Adı okullara, sokaklara,tiyatro salonlarına verilsin. O kadın bir bayraktar. Bir kadın şövalye .
Afife Jale den söz ediyorum. 1902 yılında İstanbul ‘da doğmuş. İlk Türk kadın tiyatro oyuncusudur.
Afife’nin nasıl bir kahramanlık yaptığını; günümüzde ki yöneticilerin ve hatta halkın tiyatroya olan yaklaşımını düşünürsek daha iyi anlarız.2012 de tiyatronun gerekliğinin sorgulandığı bir ülkede ; sanatçıların aydınların bile devekuşları gibi kafaları toprağın altına gömdükleri bir ülkede o taaa 1918 de ailesine, mahallesine, çevresine her türlü baskıya direnip yüreğinin sesine kulak vermişti. babasına,çevresine
Afife şöyle sesleniyor. "Beni acıyarak değil, düşünerek severek, kucaklayarak hatırlayın. Tiyatro varsa ben varım" inancı ve aşkıyla yaşıyordu Afife, "Olmak ya da olmamak" işte gerçek buydu onun için. "Olmak"la sanatını icra etmek eşanlamlıydı, bu eşanlam da tiyatroydu. Toplum hayatında ilk olmak; yani onun deyimle "ilk ateşi yakmak"," ilk türküyü söylemek"," ilk aşkı ya da direnişi başlatmak" bir olaydı ve bunun her zaman bir bedeli vardı. İlkler yol boyu bu bedeli ödediler."
Bu zaptiye baskının ilkinde Afife arkadaşlarınca kaçırılmışsa da daha sonra sokakta polisce yakalanarak karakola götürülür. "Dinini, milliyetini unutan sen misin?" diye hırpalanır. Aile içinde babası da onun tiyatrocu olmasına karşıdır. Babasının gözünde Afife artık .o…dur. Evden de ayrı yaşamak zorundadır. Bu arada Darülbedai'deki ücretli görevine de son verilir. Güvencesiz ve parasızdır. Önüne geçilemeyen şiddetli başağrıları başlar. Hekimi morfinle tedavi yoluna giderek büyük bir yanlışlık yapar. Bunun sonucu Afife artık bir morfinmandır. Bu nedenle yaşamının son yıllarını Bakırköy Akıl ve Sinir Hastanesi'nde geçirir ve 39 yaşındayken burada ölür.(*Nezihe Araz’dan alıntı)
El cümle. Hepimizin hayalleri ve hayal kırıklıkları var. Hepimiz ideallerle çıktık yola. Çoğumuz geri döndü, bir kısmımız başka yollara satı. Çok azımızsa inatla, dirençle sürdürüyor adım adım da olsa ilerleyişlerini..
Hayalimize kavuşmak hiç de kolay değildir. Bazan Don Kişotluktur. Bazan delilik ve hatta Afife’nin sonunda olduğu gibi bazen gerçekten de delirebiliriz. İdealimiz, aşkımız ya da hedefimiz uğruna. Ama bu yol kısa da olsa uzunda olsa her adımı bize aittir. Ve her adımdaki her nefeste yaşadığımızı hissederiz. Diğer yoldan gidenlerse aldıkları nefesi hayat zannederek yaşayan ölülere dönüşür.
Kaldırıp başınızı bir bakın etrafınıza kaç kişinin gözlerinin feri sönmüş kaç kişi gerçekten ışıl ışıl bakıyor.
Gözlerimizdeki ışıltının kaybolmaması için hayallerimizin yaşaması gerekiyor.
Sımsıkı sarılın hayalinize, idealinizi aşkınıza ki yaşayan bir ölüye dönüşmeyelim.
Ve Afife Jale gibi idealleri uğruna her şeyi göze alan kahramanları da unutmayalım. Saygı ile analım. Ben kendi adıma bir kez daha söylemek istiyorum ki: Teşekkürler Afife; hayat senin sayende daha katlanılası bugün.
Yürekten alkışlıyorum yıllarca sonrasından sahnedeki emeğini.
Altan Alkan 24 Temmuz 2012 Ankara

15 Temmuz 2012 Pazar

Yazgı,Yalnzılık ve Yazmak...


Yazgı,Yalnzılık ve Yazmak...

Yalnızlık yazarın yazgısı mıdır diye düşünüyordum uzun zamandır. Sonra bu düşüncemi oluşturan cümledeki üç ana kelimenin aynı iki sesle başlaması ve anlam bütünlüğü için birbirlerine ihtiyaç duyuyor olması beni; düşüncemdeki savdan kuşkulanmaya itti. Ve daha sağlıklı bir yorum yapmak için önce bu kelimeleri en yalın anlamlarıyla, sözlük halleri ile görmek istedim. Ve TDK sözlüğe şöyle bir baktım. Ne dese beğenirsiniz kelimelerimiz için;
Yazgı: Bütün olmakta ve olacak olanları önceden ve değişmeyecek biçimde düzenlediğine inanılan doğaüstü güç,
Yalnızlık: Kimse bulunmama durumu, ıssızlık, tenhalık.
Yazmak: Söz ve düşünceyi özel işaret veya harflerle anlatmak.
Söz ve düşüncelerini özel ,işaret ve harflerle anlatmaya neden ihitiyaç duyar bir insan. Bütün olmakta olan ve olacak olanları önceden düzenlediğine inanlılan bir güç karşısında durabilmek için etrafına baktğında kimse bulamamasından,ıssızlığın tam ortasında bir başına kamış gibi hissetmesinden midir?
Evet bazılarımız sadece hayatımızıda olup bitenlere anlam verme çabamızı aklımızdan geçirmekle, düşünmekle yetinirken bazılarımzı ille bu düşünceleri kağıda dökmek ister. Döktüğü yetmezmiş gibi bunları bir başka gözün görmesi, bir başka aklın süzgecinden geçmesi ve bir başasınında öyle düşünüyor, hissediyor olmasını diler.
Aksi olsa düşünür geçer giderdik. Ama olmuyor. Adına kader, yazgı ,din her ne dersek diyelim bizim göremediğimiz ve ne yaparsak yapalım hayatımızı şekillendirdiren bir güç olduğuna inanmamız ve o güç karşında tek başına olamaıyacağımız endişesi bizi yazmaya itiyor. Yazdıkça biliyoruz ki ya da kendimize diyoruz bu evrende yalnız değilim. Benim acımı acımı, paylaşan dertdaşlarım var. Ve ben bir anlamlı sonuç, çare bulmasam da elbet bir gün onlardan biri bu hayata bir anlam katar.Aziz Nesin usta demiş ki: Yatağına yatınca; Yüreğinin sesinden uyuyamıyorsan, Anla ki yalnızsın...
Orhan Veli ne diyor peki:
 Bilmezler yalnız yaşamayanlar,
Nasıl korku verir sessizlik insana;
İnsan nasıl konuşur kendisiyle;
Nasıl koşar aynalara,
Bir cana hasret, Bilmezler.
‎ Cemal Süreya
"Biliyorsun ben hangi şehirdeysem
Yalnızlığın başkenti orası"